بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
أَمِ ٱتَّخَذُواْ مِن دُونِ ٱللَّهِ شُفَعَآءَۚ قُلۡ أَوَلَوۡ كَانُواْ لَا يَمۡلِكُونَ شَيۡـٔٗا وَلَا يَعۡقِلُونَ ٤٣
Yoksa onlar; Allah'tan başka şefaatçılar mı edindiler? De ki: Onlar, hiç bir şeye güç getiremez ve akıl erdiremez olsalar da mı?
قُل لِّلَّهِ ٱلشَّفَٰعَةُ جَمِيعٗاۖ لَّهُۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۖ ثُمَّ إِلَيۡهِ تُرۡجَعُونَ ٤٤
De ki: Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hepiniz O'na döndürüleceksiniz.
وَإِذَا ذُكِرَ ٱللَّهُ وَحۡدَهُ ٱشۡمَأَزَّتۡ قُلُوبُ ٱلَّذِينَ لَا يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡأٓخِرَةِۖ وَإِذَا ذُكِرَ ٱلَّذِينَ مِن دُونِهِۦٓ إِذَا هُمۡ يَسۡتَبۡشِرُونَ ٤٥
Allah, tek başına anıldığı zaman; ahirete inanmayanların kalbleri tiksinir. Ama O'ndan başkaları anıldığı vakit hemen yüzleri güler.
قُلِ ٱللَّهُمَّ فَاطِرَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ عَٰلِمَ ٱلۡغَيۡبِ وَٱلشَّهَٰدَةِ أَنتَ تَحۡكُمُ بَيۡنَ عِبَادِكَ فِي مَا كَانُواْ فِيهِ يَخۡتَلِفُونَ ٤٦
De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'ım; ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kulların arasında Sen hükmedersin.
وَلَوۡ أَنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُواْ مَا فِي ٱلۡأَرۡضِ جَمِيعٗا وَمِثۡلَهُۥ مَعَهُۥ لَٱفۡتَدَوۡاْ بِهِۦ مِن سُوٓءِ ٱلۡعَذَابِ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِۚ وَبَدَا لَهُم مِّنَ ٱللَّهِ مَا لَمۡ يَكُونُواْ يَحۡتَسِبُونَ ٤٧
Yeryüzünde olanların hepsi ve bir misli daha zalimlerin olsaydı; kıyamet günündeki kötü azab için elbette bunları fidye verirlerdi. Halbuki Allah katından onlara hiç hesablamadıkları şeyler belirmiştir.
وَبَدَا لَهُمۡ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواْ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَهۡزِءُونَ ٤٨
İşledikleri kötülükler onlara belli olmuş, alaya aldıkları şeyler de kendilerini çepeçevre sarmıştır.
فَإِذَا مَسَّ ٱلۡإِنسَٰنَ ضُرّٞ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلۡنَٰهُ نِعۡمَةٗ مِّنَّا قَالَ إِنَّمَآ أُوتِيتُهُۥ عَلَىٰ عِلۡمِۭۚ بَلۡ هِيَ فِتۡنَةٞ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ ٤٩
İnsana bir sıkıntı gelince; Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimizde; bu, bana bilgimden dolayı verilmiştir, der. Hayır, bu bir denemedir. Fakat çokları bilmezler.
قَدۡ قَالَهَا ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِهِمۡ فَمَآ أَغۡنَىٰ عَنۡهُم مَّا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ ٥٠
Onlardan öncekiler de bunu söylemişlerdi. Ama kazandıkları şey, kendilerine bir fayda vermemişti.
فَأَصَابَهُمۡ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواْۚ وَٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنۡ هَٰٓؤُلَآءِ سَيُصِيبُهُمۡ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواْ وَمَا هُم بِمُعۡجِزِينَ ٥١
Böylece kazandıkları kötülükler başlarına geldi. Bunların içinden zulmedenlerin kazandıkları kötülükler de kendilerini çarpacaktır. Ve onlar aciz bırakılacaklar da değillerdir.
أَوَلَمۡ يَعۡلَمُوٓاْ أَنَّ ٱللَّهَ يَبۡسُطُ ٱلرِّزۡقَ لِمَن يَشَآءُ وَيَقۡدِرُۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَٰتٖ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ ٥٢
Bilmezler mi ki; Allah, dilediğine rızkı genişletir ve kısar. Doğrusu bunda, inanan kimseler için ayetler vardır.
۞ قُلۡ يَٰعِبَادِيَ ٱلَّذِينَ أَسۡرَفُواْ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ لَا تَقۡنَطُواْ مِن رَّحۡمَةِ ٱللَّهِۚ إِنَّ ٱللَّهَ يَغۡفِرُ ٱلذُّنُوبَ جَمِيعًاۚ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلۡغَفُورُ ٱلرَّحِيمُ ٥٣
De ki: Ey kendi nefislerine karşı aşırı davranan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah; günahları bağışlar. Çünkü O; Gafur'dur, Rahim'dir